Eşik – Didem Gündüz Esen Blog 25 Ağustos 2016 OKUMA PARÇASI Uzağa En Yakın – Didem Gündüz Esen “Bu kitaptaki öyküler hepimize çok uzak, hepimize çok yakın yerlere dokunuyor. Kalplerimize. Yazar, hayatın içinden cımbızla seçtiği olayları, incelikli bir dille anlatıyor. Yalnız kadınların, çocukların kaderine ortak ediyor okuyucuyu. Didem Esen, ilk kitabı Oltaya Gelen Balıklar’la ikinci kitabı için okurlarını sabırsızlandırmıştı. Uzağa En Yakın, bu beklentinin boşa olmadığını ispatlıyor.” Uzağa En Yakın’dan Eşik adlı tam öyküyü paylaşıyoruz. Eşik “Herkes esnesin. Her şey önceden bilinmektedir. Bu dünyadan bir şey umulmamaktadır.” Michelet Hava hâlâ karanlık. Niye uyandığını bilmiyorsun. Tatil günlerinde güneş tepeye gelmeden uyandığın pek vaki değil. Sigara paketini alıp pencereyi açıyor, ciğerlerini dumanla doldurmadan önce derin bir nefes alıyorsun. Evinin karşısında koca bir orman var. Bu manzarayı seyretmek seni hep rahatlatmıştır lakin eve yürürken ormanın oluşturduğu karanlık da ürkütmüştür. Üstelik dünden beri sokak lambası kırık olduğu için yol daha korkutucu görünüyor gözüne. Üç beş çapulcu geceleri demlenmek için ormanın bu kıyısına dadandığından beri haftada bir lambalar kırılıyor. Neredeyse iki akşamda bir arabalarını park edip, farları ve müziği açıp höykürüp duruyorlar. Kaç kez şikâyet etsen de polis bile bunun önüne geçemedi. Sitenin arkasında uzanan ve gün geçtikçe artan gecekonduları yok etmeden bunlardan kurtulabilmek artık çok güç. Allahtan sitenin duvarları ile gecekondu bölgesini ayırdılar. Yine de karşılaştığın insanlar keyfini kaçırmaya yetiyor. Üstelik ne pazar günleri yaptığın yürüyüşün zevki ne de balkon sefan kaldı. Arkalarını o güzelim orman manzarasına dönüp siteyi seyrederken bir yandan da mangallarını yapan ve seni dumana boğan bu garip türden nefret ediyorsun. Zaten ezelden beri mekân ve manzara konusunda sümdüklüğün vardı. Canın sıkkın. Oysa artık her sabah altıda kalkıp trafikte debelenmene, ter kokusu içinde, midesinden başka organını çalıştıramayan, tutunmaktan ilerlemeye fırsat bulamayan bir sürü adamla kıtalararası yolculuk yapmana, insanlardan saklanmana gerek kalmadığı için mutlu olmalısın. Yine de açmayı düşündüğün dava seni geriyor. İnsanlıktan uzak İnsan Kaynakları Müdürünün söyledikleri kulaklarında yankılanıyor. Sen bizden farklısın da ne demek? Cinsel yönelimini nasıl öğrendiklerini bilmesen de, ne demek istediğini anlıyorsun. Düpedüz ayrımcılık. Kadının yüzünde oluşan aşağılayıcı ifade gözlerinin önünde tekrar tekrar canlanıyor. Organım için mi aldınız beni işe, dediğinde odada sana çevrilen ve kendini ayrık otu gibi hissettiren bakışları unutamıyorsun. Durduğun yerde giderek küçülüyorsun. Kendini birkaç santim daha içine çekebilsen yargılayacak kimse bulamayacaklar. Yer yarılıp içine düşmeyi istediğin için kendine kızıyorsun. Gözün ormanın soluna doğru kayıyor. Yeni yaşam türleri. Bir bunlar eksikti. Pencereleri küçücük, sürekli kapalı duran kepenkleriyle ayrıksı yaşamlar kuran beyzadelerin komedi yaşamı gülümsetiyor seni. Adamlar balkona bile çıkmazken, sitenin kimsenin girmediği koca bir havuzu bile var. Neyse ki onlar da görülmemek için kendi duvarlarını yükselttiler de varlıklarını biraz olsun unutturuyorlar. Gerçi artık sana görünmüyorlar ama belki de aksine kendilerini görünebilir kılmak, var olabilmek, kabul edilebilmek için örmüşlerdir bu duvarları. Çokluğun, sayı fazlalığının verdiği rahatlıkla hareket edebilmek, tek başına kaldıklarında sahip çıkamadıkları içgüdülerine, isteklerine sahip çıkabilecek gücü kazanabilmek için. Ne müthiş bir buluş. Şu anda on mumluk hidayet anlarından birini yaşıyor gibisin. Kalabalığa dâhil olmanın, parmakla işaretlenmemenin verdiği rahatlığı düşün. Çalıştığın iş yerinde herkesin senin gibi olduğunu düşün. Hayal bile edemiyorsun değil mi? Çevredeki bu karmaşa tüketiyor seni. Gözlerini karanlığın yarattığı aydınlığa çeviriyorsun. Gökyüzünde ne çok yıldız var ama onları seyretmek insanı yormuyor hiç. Ne var ki aşağıda durum çok farklı. Ne ile uğraşacağını şaşırıyor insan. Kendine bile odaklanamıyorsun. Birden sokak lambası yanıveriyor. Kırık ama yanıyor işte. Şaşkınlıktan sigara elinden düşüyor. Aceleyle sigaranı düşürdüğün yerden alıp ateş kalmasın diye elini halının üstünde gezdiriyorsun ama halı yok. Her yer toprak. Korkudan içinde davullar çalarken soğuk terler döküyorsun. Bu akşam içmedin oysaki. Yerinden yavaşça kalkıp etrafına bakıyorsun. Önünde sıraya dizilmiş ağaçlar. Panikle geriye doğru birkaç adım atıyorsun. Bu bildiğin orman değil. Ormanı ikiye, üçe, yok yok, dörde, beşe, hatta sayamayacağın kadar çok parçalara ayırmışlar. Hayatında, çeşitlerine göre ayrılmış, şaşkın şaşkın büyüyen bu kadar çok ağaç görmemiştin hiç. Koyu yeşil yapraklı ağaçlar, açık yeşil yapraklılar, sarı kahve yoğun olanlar, dikenliler, yapraksız kel kalmışlar, bodur olanlar, yapraksız çiçek açanlar, kökü dışarda kalanlar, kökünü kaybetmiş olanlar. Her parçacık, çeperlerle küçük bahçelere ayrılmış. Artık orman yok. Rüzgârın ahenkli dansı ve o çok sevdiğin müzik yok. Sadece müteferrik sesler var. Bir de havada sınır tanımayan toprak, nem ve envai çeşit ot kokusu. Hiç değilse bu koku tanıdık. Birden rahatlıyorsun. Bu senin rüyan olmalı. Hâlâ uykuda olmalısın. Artık etrafı sakince inceleyebilirsin. Ağaç bahçelerinin önünde, ellerinde baltalarıyla, kendi bahçelerini korumak isteyen adamlar dikkatini çekiyor. Adamların fiziksel özellikleri birbirlerine benzemiyor ama ellerindeki baltalar, dünyanın merkezindeymiş ve bu merkezin dışında olanlar hiç olmamalıymış hissini veren duruşları, hele o rahatsız edici, hesapçı bakan gözleri, göreni hayal kırıklığına uğratan daracık alınları, hiç açılmazmış gibi duran dudakları ve saçlarının arkasında kalmış, görülmeyen kulaklarıyla o kadar benzeşiyorlar ki korkuyorsun. Bir an oradan kaçmak istiyorsun. Elindeki balta ağırlaşıyor. Düşmesin diye el değiştiriyorsun. Tedirginliğini fark etmişlercesine bakışlarını sana çeviriyorlar. Oysa gözlerini birazcık açsan onların da korktuklarını görebilirsin. Sen de onlar gibisin. Onlar için yabancısın. Bu düşünceler bu farkındalık hiç de yeni değil. Her seferinde yeni fark ediyormuş gibi kendini kandırmaktasın. Baltayı bırakıp onlara doğru yürümek istiyorsun ama ya onlar bırakmazsa. Konuşmayı denemek belki de her şeyi halledebilecek kadar basit bir çözüm ve sen de bu basitliğin parçası olmak istemiyorsun. Kandır kendini. Kim bilir kaç zamandır burada hep aynı düşüncelerle siftinmektesin. Zihninden istemediğin şeyler geçtiğinde, her zaman yaptığın gibi sık sık yutkunuyorsun. Düşündüklerin sanki midene akıyor. Oysa onlar daha derinlere akabilir, seni hasta edebilir. Dilinde metalik bir tat, kan tadı hissediyorsun. Derinlerde kanayan bir yer var. Belki de hayali bir çeşni bu, zihinsel geviş getirmenin sonucu diyeceğim ama yine de fikirler yutulmaz ki. Uyanmak istiyorsun, kurtuluş için senin bir şey yapmaya niyetin yok çünkü. Sadece sıvışmak. Tek yapabildiğin, hatta tek söyleyebileceğin bu. Hâlbuki kaçabileceğinden bile emin değilsin. Deneyimlerinden, uykudayken yaşamdan anımsadığın her şeyin bir rüyaya dönüştüğünü çok zaman önce öğrendin. Bir kere rüya gördün mü uyanıkken bile uykudan anımsadığın her şeyin artık bir rüya olduğunun farkındasın. Bir daha uyuyamayacağını biliyorsun. Kaçmak, seçeneklerinin arasında yok. Bahçelerin birinden büyük bir kuş sürüsü havalanıyor. Öyle çoklar ki kanat sesleri hepinizin bakışlarını üzerlerinde topluyor. Kısa boylu bekçinin ve bahçesinin üzerine, bembeyaz kar gibi pislik yağıyor. Diğerleriyle birlikte sen de gülüyorsun. Ne var ki kısa boylu olanı sinirle kuşlara doğru baltasını sallayarak küfrediyor. Üstü başı çepel içinde. Bu kadar hiddetlendiği için kızıyorsun, şaşkınsın ama o da güldüğünüz için şaşkın. Hayretle birbirinize bakıyorsunuz. Bu bakışlardan, bu mesafeden nefret ediyorsun. Gözlerini kaçırıp sıkıca kapatıyorsun. Korkuyor musun, korkutuyor musun, emin değilsin. Baltanı bırakmak ve ormanı çeperlerden kurtarmak, sınırları kaldırıp onlara yaklaşmak için harekete geçmeyi istiyorsun. Seni durduranın ne olduğunu anlamasan da şu an yaptığın şeyden, durduğun yerden, gördüklerinden memnun olmadığını biliyorsun. Kim olduğunu ya da ne kadar çok sen olduğunu biliyorsun. Kıpırdayamıyorsun. Galiba kader tecelli etsin diye beklemek kolayına geliyor. Belki de harekete geçmek için karşındakilerden emin olmak istiyorsun ama daha sen kendinden emin değilsin. Kendi değerini, yolunu, karşısındakilerle, onların hareketleriyle belirleyen bir kişi kendinden nasıl emin olabilir ki. Seni sen yapan azıcık onlar ama çoğu sen ve sen de onları kendileri yapan birazsın ve o birazın etkisini bilmeye hiç niyetin yok. Ayak sesleri ile irkiliyorsun. Adamlardan birinin ellerini kaldırıp sana doğru geldiğini görüyorsun. Çok yaklaşmış. Tuzağa düşürülmüş bir hayvan çevikliğiyle baltanı adamın üstüne doğru var gücünle savuruyorsun. Ağzından çıkan son sözleri duymuyorsun ama elinde baltası olmadığını görüyorsun. Artık kendinden emin olmalısın. Uykuda zaman sonsuz gibi geliyor. Her düşünüş, her hissediş anı, bir türlü dibine varamadığın bir uçurumda sürekli bir düşüş hali yaratıyor. Böyle durumlarda bazen gökyüzünde parıldayan bir yıldıza, bazen uçan bir kuşun kanadına, ya da uzaklarda gördüğün bir gökkuşağının altın sarısına tutunup hayaller kuruyorsun. Yere çarptığın ya da hiç düşmediğin bir yaşam hayali. Çok geçmiyor, yanılsamalarla dolu makûs bir hayalin içinde ongun yaşanacak başka bir hayat olmadığını fark edip düşüşüne geri dönüyorsun. Herkes sana bakıyor. İnsanlığını yitirmeden, son bilinç anında kaçmaktan başka bir şey istemiyorsun. Gözlerini sıkıca kapatıyorsun. Şimdi eşiktesin. Kim olduğunu unutmak ve sökülmüş yerlerine yama yapmak istiyorsun. Sonra yine derin ve sessiz bir uyku. Biri adını haykırıyor. Gözlerini açıyorsun ve kim olduğunu hatırlıyorsun. *Bu öykünün yayını için Dante Kitap’a teşekkür ederiz. Didem Gündüz Esen; İstanbul Teknik Üniversitesi, Endüstri Mühendisliği bölümünden mezun oldu. Hâlâ uluslararası onaylı (CMC) yönetim danışmanı olarak çalışmaktadır. 2013 yılında Oltaya Sevdalı Balıklar ismiyle yayınlanmış bir öykü kitabı bulunan ESEN’in öyküleri Hece Öykü, Özgür Edebiyat, Güncel Sanat, Lacivert, İzafi, Elmacık Kemiği, Aşiyan gibi edebiyat dergilerinde, çeşitli fanzinlerde ve Karşılaşmalar isimli kitapta yayınlandı. 2012 yılında Güncel Sanat Dergisi ödülünü, 2013 yılında Kelenderis Öykü Yarışması’nda üçüncülük ödülünü aldı. 2014 yılında ise 21. Ali Teoman ve Adnan Yücel öykü yarışmalarında birincilik ödülüne layık görüldü. Soru, yorum ve eleştirilerinizi gönderebilirsiniz. Cevaplamaktan Vazgeç E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.Yorumİsim* E-Posta*